Hollanda’nın Lahey kentinde geçen hafta başlayan İsrail'in Filistin topraklarını işgaline ilişkin davanın son gününde Türkiye, İspanya, Arap Birliği, İslam İşbirliği Teşkilatı ve Afrika Birliği sözlü beyanda bulundu.
Lahey’deki Barış Sarayı’nda (Vredespaleis) saat 10:00’da başlayan duruşmada, Türkiye’nin görüşleri, Dışişleri Bakan Yardımcısı Büyükelçi Ahmet Yıldız tarafından dile getirildi.
Yıldız, İsrail’e karşı açılan bu davanın, “Filistinlilerin haklarının nasıl ihlal edildiğinin ve Doğu Kudüs dahil Filistin topraklarının işgal altında olduğunun önemli bir kanıtı olduğunu” söyledi.
İsrail’in, insani ve uluslararası hukuku ihlal eden tüm eylemlerden sorumlu tutulması gerektiğini vurgulayan Yıldız, Türkiye’nin bu tür saldırılara kayıtsız kalamayacağını bildirdi.
Türkiye’nin çok güçlü ve açık bir şekilde İsrail'in sivillere karşı yapmış olduğu tüm eylemleri reddetmediğini ve kınadığını belirten Yıldız, şu görüşleri dile getirdi:
“Türkiye, İsrail'in şu anda işgal altındaki Filistin topraklarının statüsünü değiştirme yönündeki çalışmalarını görmezden gelemez. Şu anda İsrail'in Filistin halkına yönelttiği saldırılarına da kayıtsız kalamaz.“
İsrail'in işgal ettiği Filistin topraklarında gerçekleştirdiği eylemlerin, Filistin'de olumsuz sonuçlara neden olduğunu vurgulayan Yıldız, Türkiye’nin görüşlerini özetle şu başlıklar altında aktardı:
- Filistinliler kendi toprakları üzerinde haklarından mahrumdur. Adalet, eşitlik, insan onuru ve çok uzun zamandan beri hak ettikleri bağımsızlığı istemektedirler.
- Türkiye, İsrail'in şu anda işgal altındaki Filistin topraklarının statüsünü değiştirme yönündeki çalışmalarını görmezden gelemez. Şu anda İsrail'in Filistin halkına yönelttiği saldırılarına da kayıtsız kalamaz.
- İsrail-Filistin çatışması 7 Ekim 2023’te başlamadı. Bu çatışma belli bir Filistinli fraksiyon veya grupla ilgili değildir. Bu çatışma bir önceki yüzyıla kadar uzanmaktadır. Ancak barışın önündeki gerçek engel çok barizdir: İsrail'in Doğu Kudüs de dahil olmak üzere Filistin topraklarındaki işgalinin daha da derinleşmesi ve iki devletli çözümün uygulanmamasıdır.
- İsrail'in son dönemde yapmış olduğu eylemler Doğu Kudüs dahil olmak üzere işgal altındaki Filistin topraklarının statüsünü değiştirmeyi amaçlamaktadır. Bu hiçbir koşulda kabul edilemez ve Birleşmiş Milletler (BM) kararlarına da aykırıdır.
- BM Güvenlik Konseyi’nin öncelikli sorumluluğu, uluslararası barış ve istikrarın sağlanması ve sürdürülmesidir ancak maalesef BM Güvenlik Konseyi bu görevde başarısız olmuştur.
Ahmet Yıldız, İsrail’in Kudüs’ü başkent ilan etmesi ile El Aksa Camii ve Harem-i Şerif gibi kutsal mekanların statüsü ile ilgili konuların da sorunları derinleştirdiğini söyledi.
Türkiye’nin ardından Zambiya, Arap Birliği, İslam İşbirliği Teşkilatı ve Afrika Birliği de sözlü beyanda bulundu.
BM'nin kurulduğu 1945 yılından bu yana en çok katılımcının yer aldığı davada, 49 ülke ve üç kurum, İsrail’in Filistin topraklarındaki eylemlerine ilişkin görüşlerini aktardı.
Bu dava, Güney Afrika Cumhuriyeti’nin soykırım suçlamasıyla İsrail hakkında açtığı ve 26 Ocak’ta kabul edilen davadan farklı.
Dava nasıl gündeme geldi?
Davanın açılmasına, 2021-2022 yılları arasında Filistin topraklarındaki durumu kapsamlı bir şekilde inceleyen BM İnsan Hakları Konseyi’nin hazırladığı rapor kaynak teşkil etti.
Raporda, İsrail'in politikalarının insan haklarını ve savaş yasalarını ihlal ettiği vurgulandı.
Bunun üzerine BM Genel Kurulu, "İsrail'in Doğu Kudüs de dahil olmak üzere işgal altındaki Filistin topraklarındaki politika ve uygulamalarının hukuki sonuçlarına" ilişkin bir kararı kabul etti.
Ardından BM yönetimi, 2022 yılı sonunda, tavsiye amacıyla Uluslararası Adalet Divanı'nın görüşünü talep etti.
BM Genel Kurulu’ndaki oylamada Rusya Çin ve Arap ülkeleri, bu talep lehine oy kullanırken İsrail, ABD, Almanya’nın da aralarında olduğu 27 ülke karşı çıktı.
Uluslararası hukuk uzmanlarına göre BM’nin başvurusu, Uluslararası Adalet Divanı’nın, İsrail’in Filistin topraklarındaki eylemleri konusunda resmi ve kapsamlı bir karar almasını öngörüyor.
BM, 1967 yılından bu yana gündemde olan İsrail işgalinin niteliği ve Filistinlilerin kendi kaderini tayin hakkı konusunda mahkemenin vereceği kararı bunun ve uluslararası toplum açısından yaratacağı hukuki sonuçları görmek istiyor.
Dava neden önem taşıyor?
Belçikalı kamu yayıncısı VRT’ye değerlendirmelerde bulunan Londra’daki Queen Mary Üniversitesi uluslararası hukuk uzmanı Prof. Dr. Dimitri Van Den Meerssche’ye göre mahkeme, İsrail'in işgalinin "yasa dışı" olduğuna hükmederse, işgalin derhal son bulması gerekiyor.
Van Den Meersche’ye göre, böyle bir karar yalnızca İsrail’e değil, aynı zamanda BM üyesi tüm ülkelere de sorumluluk yükleyecek.
Belçika’daki Leuven Üniversitesi’nden uluslararası hukuk uzmanı Prof. Dr. Jan Wouters da, Uluslararası Adalet Divanı’nın alacağı kararın, diğer BM üye ülkeleri açısından bağlayıcı olmasa da, güçlü bir etkiye sahip olacağının altını çiziyor.
Wouters, VRT’ye yaptığı açıklamada, Uluslararası Adalet Divanı’nın alacağı kararın, üye ülkeleri harekete geçirmek ve İsrail üzerinde baskı oluşturmak için kullanılacağına işaret etti.
Uluslararası Adalet Divanı'nın vereceği kararın ne gibi bir etkisi olacak?
Uluslararası hukuk uzmanlarına göre, Lahey’deki mahkemenin kararı bir tavsiye niteliğinde ve alınacak kararının hukuki bağlayıcılığı bulunmuyor.
İsrail ve ona destek veren ülkelerin, Uluslararası Adalet Divanı kararını görmezden gelme olasılığı oldukça yüksek.
Ancak siyasal ahlak açısından güçlü bir etkiye sahip olan bu tür kararlar, İsrail üzerindeki diplomatik baskıyı arttırması ve Filistin topraklarındaki uygulamalarının daha yakından izlenmesi açısından büyük önem taşıyor.
Uluslararası Adalet Divanı’nın alacağı kararın neleri içermesi bekleniyor?
Prof. Dr. Dimitri Van Den Meerssche’ye göre BM, öncelikle Uluslararası Adalet Divanı’nın, İsrail’in Filistin topraklarındaki eylemlerinin ve işgalin yasal olup olmadığını belirlemesini istiyor.
Mahkemenin alacağı karar, eğer bu işgal Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkını ihlal ediyorsa, bunun ne gibi hukuki sonuçlar doğurduğunu da ortaya koyacak.
Mahkeme kararı doğrultusunda İsrail işgalinin uzun vadeli etkisi, yerleşimler, demografik değişimler, ilhaklar, işgal altındaki topraklardaki ayrımcı mevzuat ve bazı insani unsurlar gibi sonuçları da mercek altına alınacak.
4. Cenevre Sözleşmesi’ne göre işgal edilen bölgelerdeki nüfusun zorla yer değiştirmesinin yasaklandığına işaret eden Van Den Meerssche, uluslararası hukuka göre, işgalin geçici olması ve işgal edilen bölgenin demografik yapısının değiştirilemeyeceğini vurguluyor.
Prof. Dr. Jan Wouters da, Filistin sorunu konusunda 57 yıldır “savunulamaz bir durumda olduğunu” düşünen BM’nin, bu dava ile işgal altındaki toprakların durumunu uluslararası hukuk açışından yorumlamak istediğini söylüyor.
İsrail yönetiminin davaya tepkisi ne?
İsrail, bunun Uluslararası Adalet Divanı'nın karar vermesi gereken bir konu olmadığını savunuyor. Bu nedenle duruşmalara katılmama ve Lahey’e heyet göndermeme kararı aldı.
İsrail tarafı, barış sürecinin hukuki değil, diplomatik kanallardan sürdürülmesi gereken siyasi bir süreç olduğunu öne sürüyor.
İsrail, Filistin topraklarındaki eylemlerinin de işgal olmadığını iddia ediyor.
İsrail, 1967'den önce Filistin devleti bulunmadığı için işgal altındaki yerleri, “tartışmalı bölgeler” olarak tanımlıyor.
Prof. Dr. Van Den Meerssche, "tartışmalı bölgeler" iddiasının İsrail tarafından onlarca yıldır kullanıldığını ancak yasal olarak ciddiye alınmadığını vurguluyor.
Prof. Dr. Jan Wouters de İsrail'in, 2004'te olduğu gibi, uluslararası mahkemenin tavsiyesini görmezden gelme ihtimalinin yüksek olduğuna işaret ediyor.
Uluslararası mahkeme, 2004 yılında aldığı tavsiye kararında, İsrail’in Batı Şeria’da inşa ettiği duvarın 4. Cenevre Sözleşmesi’nin 49. maddesini ihlal ettiğini bildirmişti.
İsrail yönetimi, bu kararı da görmezden gelmişti.